• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Edebiyat Gazetesi

Kültür Sanat Edebiyat Haber Gazetesi

GERÇEK EDEBİ ESER YARATMAK

 

Seval Arslan

 

 

Okumak kadar yazmak da tutkudur. Yazının büyüsüne kapılan yazarlar, kendi dünyalarından baktığı pencereden hayatı yeniden yorumlarlar. Yenidünyaya yapılan bu yolculukta, kurgu ile gerçekliği bir arada harmanlayabilen yazarlar kalıcılığı elde ederler. Gerçek yaşamın içinde ve iç dünyasında yaşadıkları, eserlerine yansımayan hiçbir yazar yoktur. Yaşamı, siyasi görüşü, sanat-edebiyat anlayışı, eserlerindeki yapı, izlek ve kurgusuyla okurları etkisi altına alırlar. Gerçek edebiyat eseri yaratan yazarlar, yazıya ilgi duyanların edebi kişiliğinin oluşum ve gelişiminde yol göstericidirler.

Değişik türde kitaplar okumak, yazma eyleminin gelişimine katkı sağlardı, kuşkusuz. Okuduklarımdan, yazın ustalarından öğrendiğim bir şey varsa o da, yazılan eserlerin (Şiir-öykü-roman-makale-deneme... vb.) edebi sanat değeri taşımasının kesinliğidir. Doğuştan sihirli güce sahip olanlar vardır, olmayanlar vardır. Peki, bir edebi eser yaratmak için “yetenek” tek başına yeterli midir? “Hayır!” dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü hiçbir unsur tek başına kusursuz gerçek edebi eser yaratmak için yeterli değildir. Hayat ve sanat (edebiyat, resim, müzik, tiyatro, sinema... vb.) bir bütündür, birbirini etkileyen. Bazen bir resimde gördüğümüz desen, bir film sahnesinde duyduğumuz söz esin kaynağı olabilir. Özümlenen kültürel birikim bizi eyleme geçirebilir.

Alman filozof Leibniz “Diller, insan zihninin en iyi aynasıdır” [1] diyerek insan zihninin dış dünyaya yansımasının, düşüncenin görünür kılınmasının ancak dil ile mümkün olacağını ifade eder.

Dil olgusunu duygu, düşünce, davranış ve bunların hepsini kapsayan ahlâk ve dünya görüşünün karşılığı olarak tanımlayabiliriz. Yazı, konuşma dilinin izidir bir anlamda. Sözcükler ve harfler evrenin bütün sırlarını saklar. Onların şekillerinde ve seslerinde her şeyi bulabilir, hedefinize doğru yol alabilirsiniz. Olayları içselleştirmek, evrensel dünya görüşüne sahip olmak, kendiliğini bulmak, düşünce alış-verişi yapmak gerçeklerle yüzleşmeyi sağlar. Dolaşımda olan eski, ya da yeni her sözcük kendi anlamında güzeldir, dilin varsıllığıdır. Cemal Süreya’nın dediği gibi “Sözcük aynı zamanda duygudur, düşüncedir, hayatın bütünüdür.” [2]

Okuduğumuz bazı eserlerin saçma, gösterişli, abartılı, süslü sözcüklerle yazıldığını görürüz, ruh yoktur. Yazılanın anlamsız olması kesinlikle can sıkıcıdır.

Yazın türlerinde roman ve öykülerde; dil ve üslup, tümce yapısı, sözcük zenginliği, olay örgüsündeki sağlam kurgu, kahramanların karakterleri, yer, zaman, mekân önemlidir. Şiirde ise; biçim, biçem, olaylar, olgular, düşler, içsel, dışsal durumlar, düşler; insana dair ne varsa konu edilir. Merkezinde insan olmayan yazı/şiir anlam ve değer yönünden hep eksiktir. Yazılanın gerçek edebi eser olabilmesi, dönemin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel şartları yansıtmasına; samimi, ironik, amaçlı, hayat dolu bir ruhunun olmasına; eğlenceli olduğu kadar düşündürmesi, cesaret ve mesaj vermesine bağlıdır. Kısaca, söz ve anlam sanatlarının tüm inceliklerini barındırmalıdır.

Kurgu sanatında deneyim şart! Bir yazar; düşünme, akıl yürütme, nesnel gerçekleri algılama, kavrama, yargılama, sonuç çıkarma yeteneğini geliştirerek her türlü duyguyu tanımalı; bilinçli us ve bağımsız düşünceyle hayal gücünü de kullanabilmelidir. Bu noktada, yazar olmak isteyen kişi önce kendine güvenmelidir.

İnandırıcılık detaylara dayanır ve her detayın önemi vardır. Bir şeyleri dikkatli dinlemiyorsanız

önemli bazı şeyleri kaçırırsınız, hayatınızdaki detaylara bakmazsanız yazdıklarınız da inandırıcı olmaz. Çünkü anlatılan şeyin kendisi değil, hissettirdikleridir.

Yaşamın kaynağı; hava, su, toprak. Yazının ana kaynağını bulmak da sizin elinizde... “Ben”likten arınıp evrensel tinselliği yakalamak zor değil. İyi bir yazar şartlar ne olursa olsun şikâyet etmez; oturur, yazar.  Yazdığını beğenmez siler, yırtar, buruşturur çöpe atar, vazgeçmez, yine yeniden yazar. Öğrenme, yazma eylemi uzun bir yolculuktur. Bu bağlamda “Demir ateşe girmeden çelik olmaz” deyişi anlamlıdır.

İnsansız bir yaşam düşünebilir misiniz? İnsanı, insanî durumları yazabilmek için ışığı tutmalı, dağılan parçaları birleştirmeli, küçük şeylerde büyük resmi görmelisiniz. Sık gittiğimiz yerler bile algılayamadığımız şeylerle doludur. Göremediğimiz şeylerin hayatımıza etkisi büyüktür. Ölümle burun buruna geldiğinizde bile hayatınızı net bir şekilde görebilirsiniz. Kalbinizden gelmeyen sözcükler ölü sözcüklerdir. Her sözün yarattığı duygu okura yansır. Sözcüklerin anlam yüklerinin yazıya yerleştirilmesi, nakış nakış işlenmesi incelikli bir iştir; bilgi, sabır isteyen...

Gerçek bir yazar gibi yazdığınızdan hoşlanıyor musunuz? Asıl konu, her şeyden önce yazmayı sevmektir. Bunun kitap satmak, ödül kazanmakla hiçbir ilgisi yoktur. Yakın ilişkiler hiçbir zaman garanti değildir. Örneğin aşk, bazen her şeyin yok olmasına bazen de varoluşun yücelmesine bir nedendir. Tutkun olduğunuz, sevdiğiniz şeyi yapmaya devam edin. Güzel şeyler yaratmak için kendinizi kışkırtın.

Kendi evreninizde dünyanın merkezi sizsiniz! Yaşamınızı, düşünce gücünüzü biçimlendirebilirsiniz. Gerçek dışarıda bir yerde... Kollarınızı sıvayın... Dışarıya çıkın... İnsanı doğrudan ya da dolaylı yönden etkileyen; çevrenin toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel maddi ve manevi gereksinimlerini; yapıcı, yıkıcı olayları, davranışları gözlemleyin; yaşam öykülerini dinleyin, düşünün, okuyun, samimi olun, kendi sesinizle yazın! İşte o zaman gerçek edebi eser yaratabilirsiniz.

Unutmayın ki yazdıklarınız yarınların kalıtlarıdır. Kalıcılardan olmanızı dilerim.

Manisa, 8 Mart 2021

Kaynaklar:

[1] Tuğba Torun, Varlık ve Dil, Düzce Üniversitesi, İ. Fak. Derg. Cilt: III, S:2, 2019, s: 100.

[2] Cemal Süreya, Yusufçuk, Mayıs 1979, S. 5, s.1.

 

Kaynak: Şiir Sarnıcı e-dergi

  
461 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın