30/04/2021
Önce dergilerde yayınlanan şiirleri ve desenleriyle tanıdım. Uzun süre yüz yüze tanışma imkânımız hiç olmadı. Onun şiirleri, kişiliği, insani vasıfları ve üstlendiği rol üzerine gıyabında çok konuşmalar yaptık, işittik. Yetmişli yıllarda onu tanıma imkânımız oldu. Çok sevindik. Tanıyınca gördüm ki daha önce onun hakkında anlatılanların eksiği var fazlası yoktu. Ozan bir abiydi bizler için. Sırdaş. Yara sarıcı. Kelimenin tam anlamı ile insanı kâmil. Onunla yapılan sohbetlerde genel intiba sohbetin hiç bitmemesi ve ayrılırken sonraki görüşmeye duyulan lezzetti. Onunla sohbet etmeye özlem dolu giderdik.
Doğuş edebiyat dergisin de şiirleri yayınlandığında Tıp fakültesinde kıdemli bir öğrenciydi. İnsani sıkıntıların nasıl oluştuğunu çok iyi biliyordu. Hiç beklenmedik dostumuzdan, arkadaşımızdan hiç beklemediğimiz bir davranışa tanık olsak ilk başvuru yaptığımız abimizdi. “Gardaşdı”, Hep “Gardaş” kaldı. Konuşmalarında Elaziz ile Harput’u sanki birbirinden ayırarak konuşurdu. Bu ayırdımın farkına onunla Elaziz’de ve Harput’ta birlikte gezerken anlayabildim.
O Harputlu bir ozandı. Kökleri çok eski. Bizim yaşadığımız devirle ilgisi olmayan çok eski devirden bu güne lütuf için gönderilmiş biri. Bunu nereden mi çıkarmıştım? Benim gözümde Ahmet Tevfik Ozan esmer teni, hafif kıvırcık siyah saçları ile Afrika görmüş çağdaş Dede Korkut’tan başkası değildi. Konuşmalarında ve davranışlarında öylesine bilge ve feraset doluydu ki başka türlüsü bana mümkünmüş gibi gelmezdi. Tek fark aksakallı, ak benizli Dede korkut yerine kara yağız ama dilinde zamanın ötesinde biriktirilmiş erdemleri çıkınında kelime ve davranış olarak biriktirmiş ve onu her selam verdiğine cömertçe dağıtan bir dervişti.
Güneysu şiir şöleni için birlikte Osmaniye’ye gittik. Kuşluk vakti Adana terminaline indik. Osmaniye’ye gitmek için araç yok. Sabah çorbası içeceğiz. Sabahın aydınlığı yerine Adana gecelerinin çarpıcı hayatıyla yüz yüze geldim. Ürperdiğimi gören Ozan abim, başladı bana Dede korkut gibi konuşmaya. Sokakta yarı çıplak seken gecelerin malzemesi kadınların varlığından öyle bir haberdar etti ki. Susup dinledim ve bir şeyi ondan doğru biçimde ülkemin acı gerçeği olarak ilk kez kavramış oldum. Bilmiyordum. Çünkü yaşamaya vaktimiz olmamıştı.
Çorba içecek bir lokanta arıyoruz. Küçük bir dükkânda sabah namazına durmuş yaşlı birinin küçük çorbacı dükkânına girdik. Önümüze bir tabak geldi ki beş kişiyi doyuracak miktarda çorba. Lokantacıya “Amca bununla beş kişi doyar kalıbımıza bakıp bunlar doymaz mı sandın bizi? Eyvallah.” Dedi. Onun Yanında çok mutlu hissederdim kendimi. Kendisine de söylerdim. Abi en güzel resimlerim seninle olanlar derdim. Onun yanında zayıf göründüğüm için hanıma seni gösterip bana razı ediyorum abi derdim. Bunu bildiğinden ne vakit bir fotoğraf çektirsek yakındaysam çağırırdı. “Gel bir kare mutluluk götür eve.” Der, sonra eklerdi. Artık bırak şu enine büyümeyi dikkat et kilona ikazını yine bir abi olarak yapardı.
Prof. Dr. Ahmet Tevfik Ozan bu çağda insan olmanın erdemlerini bir ışık gibi çevresine yayıp bu âlemden göçen nadir insanlardan biriydi. Mahkemede asla yalan söylememiş ve hayatı boyunca da kendini ilahi bir mahkemenin huzurunda hep görmüş hayatını ona göre yaşamış tanıdığım tek kişiydi. Aramızda öyle bir ilişki olmamasına karşın kendisine şeyhim derdim. Buna sevinmezdi. Edepli ol derdi. Ona bu dünyada borcu olan tek kişiyim. Bir kitabı basacaktık. Nasip ve fırsat olmadı. Kırılmadı hiç. Teknik ve pek çok değişik nedeniyle basamadık. Borcum o kitabı basamamaktır. Sana borçlu olmakta yaşamak gibi şerefli bir ödev Abi. Nur içinde yat.